Saturday 27 February 2010

Daily Turkish Feed XXI


Mutfak Kültürleri ve Sağlığımız

Çoşkun Aral

Bugüne kadar birçok ülke gördüm, her kıtaya gittim. İnsanların beslenme alışkanlıkları ve damak tatları her kültürde farklı. Yani, her ülkenin farklı, özel bir mutfak kültürü var.

Dünya mutfaklarının başında Çin mutfağı geliyor. En eski, en büyük uygarlıklardan biri... Kocaman bir ülke, her bölgesi farklı bir coğrafya ve iklim... Sonuç, binlerce farklı yemek, farklı tatlar ama Uzak Doğru mutfak kültüründe en önemli yiyecek pirinç ve soya fasulyesi. Her yemeğin yanında mutlaka pirinç oluyor. Başlıca sos da soya sosu. Soya sosları çok tuzlu. Çinliler sebzeleri yağda, yüksek ateşte kavuruyor. Bu yöntem vitaminlerin ölmesini engelliyor ama zararlı bakterileri vemikropları tam olarak öldürmüyor. Ya Japon usulu çiğ balık! Adı üstünde, hiç pişmiyor ama yanında bir yeşil hardal var ki zehir mi zehir.

İtalyanların geleneksel mutfağında makarna, spagetti ve pizza gibi unlu yiyecekler. ön planda. Lezzetine söz söylemeyelim ama salamlı, sosisli, jambonlu yemekler, tereyağlı, kremalı soslar bu mutfağı da bir mayın tarlasına çeviriyor... Fransız mutfağı peynir çeşitleriyle ünlü. Sofranın başlıca içeceği kırmızı şarap doğrudan 'kalbinize hitap ediyor'... Ama sorun bakalım enfes merloların yanında genellikle ne var: kırmızı et! Hem de ızgaralık, yağlı kanlı kırmızı et. Ve şarap şişesinin üstünde o tehlikeli tavsiyle: 'Özellikle kırmızı etle tüketin.'

Arap mutfağı, sıcak ülkelerin tipik etlik hayvanının 'işgali altında': koyunlar. O enfes kebapları başka etlerden de yaparsınız ama orijinali koyun etidir, en yağlı etlerden biri. Et kömür ateşinde 'yağlı yağlı' cızırdayacak ki kebap lezzetli olsun... 'Kebap yiyeyim ama ağzım dilim de kavrulsun mu diyorsunuz?' Gelsin kebabın yanında çesit çesit acı biber... Allahtan Arap yemeklerinin yanında yoğurt ve nohut eksik olmuyor. Mezelerin iki ana malzemesi... Patlıcanı da unutmayın.

Daha birçok mutfağı saymadım ama şunu ekleyeyim, bitireyim: Beyaz et, beyaz yet, beyaz et... Uzmanların dilinden bu söz düşmüyor ama bence tavsiyeler biraz yanıltıcı. İnsanlar ne yesin? Bu önemli değil. Ölçülü ve dengeli yedikten sonra herşeyi yesin.

Yeni Hitit 1'den




Friday 26 February 2010

Turkish vocabulary - Cooking, food, grocery shopping


haşlamak: to boil (food)
- Annem diyet yapıyor. Sebzeleri suda haşlıyor ve yağsız yiyor.


kaynatmak: to boil (water)
- Hülya makarna için önce suyu kaynatın, piştikten sonra süzgeçle süzün.


bölmek: to slice, doğramak: to chop
- Kızım, salata yapmak için damates böl ve havuç doğra.


çırpmak: to whisk, to whip
- Ablam kek için önce yumurta ve şekeri çırpıyor.


karıştırmak: to mix, to stir
- Çayına şeker koymadım, sen koy ve karıştır.


pişirmak: to cook
- Akşama misafirimiz var, yemeğe ne pişirelim?


kızartmak: to fry, to grill
- Çocuklar patates kızartmasına bayılıyor. 


gıda alışverişi: grocery shopping
market: supermarket, grocery shop
süpermarket: supermarket
bakkal: grocer, grocery shop
alışveriş listesi: shopping list
ürün: product
son kullanma tarihi: expiry date
fiyatlar ve ürünler arasında karşılaştırmak: compare prices and products
marka: brand
ekonomik boy (self explanatory)
aile paket (self explanatory)
avantajlı (self explanatory)
denemek: to try out, to give it a go
haftalık alışveriş: weekly shopping
kalabalıklı: crowded





Turkish vocabulary - Quantities


adet: unit
avuç: handful - bir avuç fındık
bardak: glass, cup, mug - bir bardak meyve suyu
demet: bunch, bundle, tuft - bir demet makarna
dilim: slice, strip - bir dilim ekmek
fiske: pinch - bir fiske tuz
kadeh: glass, chalice, goblet - bir kadeh şarap
kalıp: cake, bar, piece - bir kalıp peynir
kutu: box - bir kutu süt
paket: packet -  bir paket vişne
parça: piece - bir parça elma
salkım: bunch, cluster, bunch of grapes - bir salkım üzüm
tane: piece, grain (of sand) - iki tane yumurta
top: ball - dört top dondurma


Thursday 25 February 2010

Daily Turkish Feed XX



Bir aşk mektubu

'Canım sevgilim,

Bir aydır senden uzaktayım. Seni ne kadar özlediğimi bilemezsin. Buraya geldiğimden beri durmadan çalıştım. Son bir iki gündür işler hafiflediği için sana yazmaya vakit bulabildim. Her zaman seni düşünüyorum. Biliyormusun, tanıştığımız günü hiç unutamıyorum. Ne kadar mutluyduk. Sen hayatta tanıdığım en değerli varlıksın. Senin için her fedakârlığa hazırım, bunu bilmeni isterim. 

Sana kavuşacağım anı dört gözle bekliyorum. Çok yakında görüşmek ümidiyle, kucaklarım.

Genç kız mektubu okur okumaz telefona sarıldı :

- Alo, canım, sen misin? Mektubunu biraz önce aldım. Ben de seni çok özledim. Bu hafta sonu gelebilir misin?
- Şey, hava çok soğuk, yağış var. 
- Ama yollar açık. İstersen yataklıyla gel. 
- Ben trende hiç uyuyamam.
- Mektubunda beni özlediğini yazıyorsun da.
- Tabii, seni görmeyi çok isterim, ama biliyorsun, hafta sonları arkadaşlarla satranç oynuyoruz. 
- Peki, o zaman senden bir tek fedakârlık istiyorum: bir daha canın sıkıldığı zaman bana aşk mektubu yazma!

Monday 22 February 2010

Daily Turkish Feed XIX



Boğaz'da tekneyle gezinti

Turistlerle dolu tekne Kabataş'tan hareket ederek, ağır ağır Boğaz'a doğru ilerliyor. Rehber:

- Hemen solumuzdaki bu görkemli bina Dolmabahçe Sarayı. Denizi doldurup, üzerine sarayı yapmışlar. İsmi buradan geliyor. Saray on dokuzuncu yüzyılın ortalarında yaptırıldı.  Padişahlar Topkapı Sarayı'nı terk edip burada oturdular. Cumhuriyet kurulduktan sonra, Atatürk Ankara'dan İstanbul'a geldikçe burada kalırdı ve burada da öldü. Saray bügün müze olarak kullanılmaktadır.

Yabancılar ellerindeki kameralarla film çekiyorlar.

- Şimdi Beşiktaş'tan geçiyoruz. İskelenin yakınındaki şu bina Deniz Müzesi. Gezerseniz sultanların kayıklarını görebilirsiniz. Az ilerde gördüğünüz heykel, büyük Türk denizcesi Barbaros Hayrettin Paşa'nın heykelidir. Bu Ortaköy camisi. 

Şu anda Asya'yı Avrupa'ya bağlayan Boğaz Köprüsü'nün altından geçmekteyiz. Burası Rumeli Hisarı, Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan hisar dört ayda tamamlanmıştır. Bunun karşısındaki Anadolu Hisarı...

Şimdi Anadolu yakasına gidiyoruz. Gördüğünüz gibi, Boğaz'ın kıyılarında birbirinden güzel yalılar yer alıyor. Şu anda yaklaştığımız yer Kanlıca. Burada biraz mola verip, meşhur yoğurdunu yiyeceğiz. 

Bir saat sonra tekrar tekneye binip, Kavaklar'da balık yemek üzere yola çıkıyorlar. 


Sunday 21 February 2010

Daily Turkish Feed XVIII


Suya düşen evlilik

Arkadaşları onları, evlensinler diye tanıştırır. Birbirlerinden hoşlanırlar. Erkek elli yaşlarında, kadınsa ondan biraz daha gençtir. İkisi de daha önce hiç evlenmemiştir.

Birkaç kez yemeğe çıktıktan sonra, evlilikten söz etmeye başlarlar. 

Kadın:
- Evlenirsek Bağdat caddesinde oturalım. Hem iş yerlerimize yakın, hem de çok güzel bir semt. 

- Ama annemi Nişantaşı'nda yalnız bırakamam. 
- İsterse o da bizimle gelsin. Alt katımızda oturur. Onunla ilgileriniz. Hiç yalnız kalmaz.
- Annem oradaki arkadaşlarından ayrılamaz. Doğduğu günden beri aynı mahallede oturuyor.
- Neyse, bunu sonra düşünürüz. Bir de bem, evlenince çalışmaya devam etmek istiyorum.
- Annem çalışan gelin istemiyor.
- Peki ama işten ayrılırsam bunca yıllık emeğime yazık olur. Neyse, onu da daha sonra görüşürüz. Sonra, evlendiğimiz zaman hafta sonları sinemaya tiyatroya gider, eğleniriz. Yalnızken pek eğlenmedim de.
- Ama annem diyor ki...
- Anneniz her şeye bu kadar karışırsa, her halde balayına da üçümüz beraber çıkarız!
- Mmm... bilmen... Tabii, bizi bırakamaz.
- Allahaısmarladık.
- Ne oldu? Nereye gidiyorsunuz?
- Annesiz bir koca bulmaya...


Friday 19 February 2010

Vocabulary from Arabicpod.net I


شطت + to comb
آخر مرّة
شكل+ personal ending كأن + personal ending
بجد, من جد
هذا لأن...
حلق + to cut
صدّقني
ما, ليس عندي وقت + جملة
حلّاق
  

Thursday 18 February 2010

Sakarya


İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya:
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir:
Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.

Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat:
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne?
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine:

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

Rabb’im isterse, sular büklüm büklüm burulur.
Sırtına Sakarya’nın, Türk tarihi vurulur.

Eyvah, eyvah, Sakarya’m, sana mı düştü bu yük?
Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük!

Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,

Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan:
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan!

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu? 
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna?
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!

Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya.
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su:
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek:
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!

Sakarya, saf çocuğu, mâsum Anadolu’nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

Sen ve ben, gözyaşıyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!

Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz:
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya:
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!


Türkçe Olimpiyatları'ndaki bir Monğol kızı bu şiiri söyledi. Harika!

Tuesday 16 February 2010

Urfa’nın etrafı



Urfa’nın etrafı dumanlı dağlar 
Ciğerim (İçerim) yanıyor aney gözlerim ağlar
Benim zalim derdim cihanı yakar 
Gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar
Annaydan babaydan yardan ayrı koyarlar

Urfa dağlarında gezer bir ceylan 
Yavrusun kaybetmiş ağlıyor yaman
Yarimin derdine bulmadım derman 
Gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar
Annaydan babaydan yardan ayrı koyarlar

Ceylan senin gibi yüreğime yâre
Cihanda derdime aney bulmadım çare
Kimselerim yoktur söylesin yâre

Bu şarkıyı burada tıklayıp dinleyebilirsiniz.

Another Turkish folk song. The thing about folk songs is that they often don't have a fixed, 'authorised' version. There usually exist a couple of versions differing only in some words in the lyrics, but the general meaning of the song is always maintained. For example in this song, the second line has ciğerim yanıyor and içerim yanıyor, both meaning 'my insides are burning'; the first one literally says 'my liver is burning', 'liver' being synecdochical to 'insides'. In this live version, the last verse is not sung at all, whereas in other versions it is. I've also heard one, performed by İbrahim Tatlıses himself, where only the first verse is sung.

Also notice the pronunciation in this live performance. Standard Turkish [k] is realised as [x] in yakar and kaybetmiş, and I believe I heard the 'k' in koyarlar as [q], which wouldn't be surprising since the Uyghur/Uzbek cognate is qoymaq.

In the last verse, which isn't performed in the live show, yâre is the Ottoman word for yara, 'wound'.

Monday 15 February 2010

Daily Turkish Feed XVII



Küçük eski bir araba

Yoğun trafiğin arasında küçük, eski bir araba yokuşu çıkmaya çalışıyor. Epeyce zorlanıyor, ama gene de çıkıyor. Aslında bu arabayı durdurmak, yokuşu çıkartmaktan çok daha zor, fakat sahibi her zaman bir kolayını buluyor. Ya bir kaldırma yanaşıyor, ya bir ara sokağa sapıyor, ya da başka bir çare arıyor. Sürücü bu kez, yokuşu çıktıktan sonra, arabayı durdurabilmek için bir kamyonun arkasına yanaşıyor. O sırada onu gören bir polis:

- Arabanızın freni yok mu? Bozuk frenle yola çıkmaya nasıl cesaret ediyorsunuz? Camı açar mısınız?

Genç, arabanın camını açarken, cam kapının içine düşüp takılıyor. 

- Aksiliğe bakın. Şimdi bunu kapatamam da. Üşüyeceğim.

Polis arabayı kontrol etmeye başlıyor:

- Bu araba bir hurda yığını. Her tarafı bozuk. Gaz pedalı yerinden çıkmış. El freni sicimle bağlanmış. Bir de kemeriniz yok. 

Lambaları yakmaya çalışyor.

- Lambalar da yanmıyor. 
- Yanması lazım. Yalnız şuraya vurmak gerekiyor.

Delikanlı inip kaportaya yumruğuyla vurunca lambalar yanıyor. 

- Tekerleklerin vidaları da eksik. Bu ne kadar tehlikeli, bilmiyor musunuz? Şimdi size öyle bir ceza yazmam gerekiyor ki, bir yıllık maaşınızla bile ödeyemezsiniz.
- Memur bey, diyelim ki bu arabayı hurdacıya götürüyorum... 

Ve küçük eski araba sarsılarak hareket edip, diğerlerinin arasında gözden kayboluyor. 




Daily Turkish Feed XVI


Bir gezi tasarısı

İki emekli, kahvede oturmuş, sohbet ediyorlar:

- Ben yıllardır devamlı çalıştığım için İstanbul dışına pek çıkmadım. Şimdi emekliyim. Bol bol vaktim var. Memleketimi gezip görmek istiyorum. İlk olarak Doğu'ya gitmeyi düşündüm. Fakat neyle gidebilirim? Trenle gidersem, yol uzun sürecek, ama küçük kasabaların istasyonlarından geçeceğiz, çok ilginç olmalı.  Otobüs yolculuğu yaparsam, saatlerce harekestiz durmak zor gelecek. Uçağa gelince... Hem korkuyorum, hem de çok pahalı, ayrıca havalimanlarında indikten sonra otele taksiyle gitmek gerekecek. Fazla masrafa girmek istemiyorum. Bir karar vermeden önce fikrinizi alacağım. Siz bana ne tavsiye edersiniz?

- Ben dört sene önce emekli olduğum zaman, bizim hanımla Karadeniz'e gittik. Artık Güney çok kalabalık olduğu için, herkes Karadeniz'i tercih ediyor. Siz de önce vapurla yemyeşil kıyılardan geçerek Trabzon'a kadar gidebilirsiniz. Gemi birkaç limana uğruyor. Trabzon'da Sumela manastırını gezersiniz. Sonra Doğu'ya geçebilirsiniz. Şimdi demiryollarıyla indirimli yolculuklar yapılabiliyor. Biletinizi yataklı alırsanız, hem otel derdinden kurtulursunuz, hem de rahat ve güvenli bir yolculuk yaparsınız. Trenle Akdeniz'e kadar inmek mümkün. Oradan tekrar vapurla İstanbul'a dönebilirsiniz. Size şimdiden iyi yolculuklar...


Friday 12 February 2010

Daily Turkish Feed XV



Bayramlar

Bugün Şeker Bayramı. Sokaklarda insanlar, çoluk çocuk yepyeni, tertemiz giysileriyle, akrabalarını ziyaret etmeye gidiyorlar. 

Türk geleneğine göre bayramlarda büyüklerin eli öpülür. Oğul annesinin, kardeş ağageyinin elini öper. Büyükler evlerinde çocuklarını, gelin ve damatlarını, torunlarını beklerler. Komşular  birbiriyle bayramlaşır. Uzaktaki dostlara tebrik kartları gönderilir: ' Bayramınız kutlu olsun' denir.

Gelenlere şeker ve tatlı ikram edilir. Çocukları sevindirmek için bayram harçlığı verilir. Onlar da harçlıklarını alır almaz bayram yerlerine gidip, salıncaklara, dönme dolaplara binerler. Bazıları paralarını biriktirerek defter, kalem alırlar. 

Son yıllarda, özellikle büyük şehirlerde yaşayanlar, bayramlarda şehirlerden kaçıp dinlenmeyi tercih ediyorlar. Bu bayram da herkes İstanbul dışına çıktığı için caddeler neredeyse bomboş.  Trafik yok, otuz kırk sene öncesi gibi... Ah, keşke hep böyle olsa...

Bayram tatili bitince insanlar, iki ay sonraki Kurban Bayramı'nı düşünerek işlerine dönecekler. 


Daily Turkish Feed XIV


Tahtakale'de

Galata köprüsünde iki arkadaş karşılaşıyor:

- Merhaba, Filiz. Nereye böyle?
- Tahtakale'ye. Perdeler için tahta çubuk ve halkaya ihtiyacım var. İstersen sen de gel benimle.
- Büyük caddeden karşıya geçtikten sonra sağa doğru yürüyeceğiz. İşte şu küçük cami Rüstempaşa camisi.
- Girip gezelim mi?
- Şu anda gezilemez, namaz kılıyorlar. Sağa dönelim.

Mısır Çarşısı'na giden bu sokak, semtin en işlek yerlerinden biri. Burada her türlü tahta işleri yapılıyor, mesela fırınlarda kullanılan tahta kürekler, sonra tahta merdivenler, raflar yapıyorlar.

Bir dükkana giriyorlar.

- Oğlum, perde çubuğu ve halkası var mı?
- Var efendim, ama usta camiye gitti. Geldiği zaman, ölçünüze göre kesip verir.
- Peki, o zaman biz bir dolaşıp gelelim.

Ustayı beklerken, çarşıyı gezip bir mangal alıyorlar ve aynı dükkana dönüyorlar.

- Buyurun efendim. Perde çubuğu istemişsiniz. Ölçünüzü verin bana. Bir çay alır mısınız?
- Evet, teşekkür ederiz... Siz içmiyor musunuz?
- Ben oruçluyum da.
- Sahi, Ramazan... Bayrama az kaldı. Zaten perdeleri de bayram için hazırlıyorum.
- Güle güle kullanın.


Thursday 11 February 2010

دعاء




يا رب إذا أعطيتني مالاً فلا تأخذ سعادتي
و إذا أعطيتني قوّةً فلا عقلي
و إذا أعطيتني نجاحاً فلا تأخذ تواضعي
و إذا أعطيتني تواضعاً فلا تأخذ إعتزازي بكرامتي
يا رب علّمني أن أحبّ الناس كما أحبّ نفسي
و علّمني أن أحاسب نفسي كما أحاسب ألناس 

Wednesday 10 February 2010

Daily Turkish Feed XIII



Gösteriler, kültür etkinlikleri


- Ayten, bu akşamki Rus balesine iki biletim var. Gelmek ister misin?
- Ben sinemaya gitmeyi düşünüyordum, ama tabii baleyi tercih edeceğim. Bu fırsat her zaman elime geçnez.
- Çok yetenekli bir dans grubuymuş, görenler çok beğenmişler. İki ay önce Açık Hava Tiyatrosu'ndaki şu 'Modern Bale' gibi değildir, inşallah. Konusu, figürleri ne kadar yapay, sahne düzeni de ne kadar kötüydü, hatırlıyor musun?
- Bu gösteri çok farklı olacak, eminim. Gazetelerde olumlu eleştiriler çıktı. Ben de seni Victor Hugo'nun Doksan Üç adlı oyununa davet ediyorum. Şu anda Devlet Tiyatrosu'nda oynuyor.
- Ben o oyunu geçen sene Fransa'da gördüm ama buradakini de gördükten sonra bir karşılaştırma yapabilirim.
- Yarın gidip biletlerimizi alayım. Senin için hangi gün uygun?
- Mümkünse haftaya salı olsun. Biliyorsun çarşamba günleri dersim yok, o sabah erken kalkmam gerekmiyor.
- Unutmadan söyliyeyim: haftaya salı günü, Selim'in sergisinin açılışına da gitmemiz lazım.
- Tabii, gideriz. Bu sıralarda günlerimiz kültür etkinlikleriyle dolu olacak. Haydi hoşça kal, akşam sekize çeyrek kala Atatürk Kültür Merkezi'nin kapısında buluşmak üzere...


Monday 8 February 2010

Daily Turkish Feed XII



Postanede

- Buyurun efendim.
- Bu mektubu yurt dışına özel ulakla göndermek istiyorum.
- Epeyce ağırmış, tartalım...
- Aynı zamanda taahhütlü olacak.
- Öyleyse şu kartı doldurmanız gerekiyor. 
- Teşekkür ederim. Ayrıca bunlar da yurt dışına normal olarak gidecek.
- Buyurun, bu pulları yapıştırıp, karşıdaki kutuya atın.
- Bir de havale göndermek istiyorum, ama havale gişesi kapalı.
- Yarım saat sonra açılır, efendim.
...
Beklerken, kuyruğa girip telefon faturasını ödüyor ve gişe açılınca havalesini gönderiyor. 

Daha sonra, telefonla ilgili memura:

- Boston'la bir telefon görüşmesi yapmak istiyorum. 
- Şu anda Amerika'yla bağlantı kurulamıyor. Hatlar meşgul. Ama isterseniz, jetonla konuşabilirsiniz. 
- Jetonla birkaç defa aradım, fakat hat düşmüyor.
- O zaman numaranızı verin, hatlar açılır açılmaz bağlamaya çalışacağım. Yalnız beklemeniz gerekecek.
- Olsun, beklerim.

Bir süre sonra memur sesleniyor:

- 3 numaralı kabin Boston'la görüşebilir. Buyurun... Bağlanamadı mı? Ayrılmayın... Tamam. Şimdi konuşabilirsiniz.
- Alo? Merhaba Mehmet. Nasılsın? ... Biz iyiyiz. Merak edecek bir şey yok. İnan, herkes iyi... Seni uykudan mı kaldırdım? A! Sahi! Saat farkını unuttum! Çok özür dilerim, affedersin.



Sunday 7 February 2010

Quote from a Hadith





'L'interrogé n'en sait pas plus que la personne qui le questionne.'

Ainsi dit le Prophète quand on lui demanda sur la dernière heure. Une réponse qui reflète son caractère candide et son humilité. Dieu seul sait la vérité de la dernière heure. Le Prophète ne prétendit jamais être Dieu!



Saturday 6 February 2010

Daily Turkish Feed XI



Koyuncular yalılarını yeniliyorlar

Serap Hanım kocasıyla konuşuyor:

- Evimizi biraz yenileyelim. Üç yıldır her şey aynı.

- Peki yavrum, istersen hemen ustaları çağırayım. Ama başlamadan önce, bana söyle. Ne gibi değişiklikler istiyorsun?

- İlk olarak evin cephesini pembeye boyatalım. Bu yıl pastel renkler moda. Sonra rıhtıma demir parmaklık koyduralım da sarhoş olan misafirlerimiz bir daha denize düşmesinler. 

- Peki hayatım, sen ne dersen öyle olsun.

- Bir de havuzu büyütelim. Bahçeyi birkaç çıplak kadın heykeliyle süsleyelim. Şimdi nasıl olsa Güney'deki plajlarda üstsüz dolaşıyorlar. Onun için hiçbir sakıncası yok.

- Evin içinde nasıl bir düzenleme arzu ediyorsun?

- Alt katın duvarlarını fildişi badana yaptıralım. Tavanlar yaldızılı olsun, seçkin evlerdeki gibi. Salona yeni mobilyalar almamız lazım. Ayrıca mutfakla yemek odasının arasındaki duvarı yıktırıp bir servis penceresi açtıralım, daha modern olsun diye. Üst kata gelince... Misafir yatak odalarının duvar kağıtlarıyla yer döşemelerini yenileyelim. Bizimkini duvardan duvara halıyla kaplatalım. Karyolayı ve yatağı değiştirelim. Yuvarlak olsun. Şimdi modaymış...

- Peki kuzum, bende de herhangi bir değişiklik istiyor musun bakayım?

- Tabii, sen de bıyıklarını kesip, göbeğini eriteceksin.


Friday 5 February 2010

Expressing frequency in Turkish



Never:

hiç, hiçbir zaman, asla, katiyen, kesinlikle (absolutely, by no means)

Not so often:

nadiren (occasionally), pek az, seyrek (rarely), ara sıra (from time to time), bazan (= bazen), bazen, kimi zaman (sometimes)

Often:

sık sık, boyuna (on and on), durmadan, sürekli (constantly, continually), çok kere, çok kez, çoğu kez, çoğunlukla (generally, frequently, usually), ikide bir (all the time, frequently), ikide birde

Always:

genellikte, hep, daima, her zaman, her vakit, her defa




How to express ' X times every X days' etc:


1. Biz her beş günde bir toplanıyoruz.
2. Yol boyunca günde bir kilometre ilerliyoruz.
3. Şimdi gün aşırı (iki günde bir) fizik tedaviye gidiyor. 
4. Günde iki-dört saat arası İnternet'e bağlanıyor.

Daily Turkish Feed X



Leyla Hanım hazırlanırken

Leyla Hanım biraz sonra çıkmak üzere hazırlanıyor. Telefon çalıyor:

- Merhaba Filiz. Sahi mi? Metin seni bırakıp gitti mi? Üzülme, yine gelir. Kusura bakma, uzun konuşmayacağım. Acelem var. Yirmi dakikaya kadar çıkmam gerekiyor. Ben seni sonra ararım.

Leyla Hanım telefonu kapatır kapatmaz, banyoya gidiyor. Diş macununu fırçasına sıkıyor.

- Bıktım şunun aşk hikayelerinden...

Dişlerini fırçalarken telefon bir daha çalıyor. Hemen ağzını çalkalayıp koşuyor:

Alo, Gönül, sen misin? Canın mı sıkılıyor? Tabii, biraz gevezelik etmek iyi gelirdi, ama şu anda mümkün değil. Şimdi çıkmak zorundayım. Görüşmek üzere.

... Çok şükür, bu gevezeden de kurtuldum.

Makyajını yaparken, yine telefonu zili... Yine koşup açıyor.

- Hayır efendim, her halde yanlış numara çevirdiniz. Burası ev. Doğumevi değil. Rica ederim.

... Gecikeceğim. Kemerim nerede? Koyemi bulamıyorum.

Tam çıkarken, yine telefon...

Açayım mı, açmayayım mı? derken, açıyor.

Telefondaki ses:

- Alo, Leyla hanım, affedersiniz. Bugün Mesut Bey'lerin bir akrabası vefat etmiş. Onun için yemeği iptal etmek zorunda kaldılar. Bütün davetlileri arayıp haber veriyoruz...

Biraz sonra Leyla Hanım:

- Gönül, hadi bana gel de biraz gevezelik edelim.


Days of the week in Arabic



Saturday          يوم السبت 
Sunday              يوم الأحد
Monday           يوم الاثنين
Tuesday          يوم الثلاثاء 
Wednesday  يوم الأربعاء
Thursday      يوم الخميس
Friday             يوم الجمعة