Sunday 31 January 2010

Uyghur script for Turkish?



People are convinced that the Arabic script is not suitable for writing Turkic languages, and in fact this was one of the motivations, or rather, excuses, for Atatürk's script reform. The successful application of the Perso-Arabic script to the Uyghur language, however, can provide a powerful démenti. But the obscurity of the Uyghur language is the major reason for the mistrust in Turcofied Perso-Arabic script. Uyghur, as we know, represents every phoneme orthographically - something all Turkic peoples were reluctant to do when they used to employ the Perso-Arabic script. To demonstrate that the Turkish language can be successfully written in Uyghur script, I typed up the third part in today's Daily Turkish Feed:


Daily Turkish feed - VII


Üç fıkra

Tanrı'nın evi

Bir gün, yoksul bir adam Hoca'nın kapısını çalıp:

- Ben Tanrı misafiriyim ne olur beni al, diye yalvarır.

Hoca, karşıdaki camiyi göstererek:

- Yanlış geldin, Tanrı'nın evi şu karşıdaki... der.

Evlenme cüzdanı

Karı koca ellerinde bavullarla, otele girerler. Otelci evlenme cüzdanlarını isteyince, adam ceketinin ceplerini karıştırır, bulamaz. Karısına sorar:

- Cüzdanı sen mi aldın?
- Neden ben alayım? Senin eşyalarının arasınday, televizyonun yanındaki rafta...
- Akıl edip alırsın, sandım.
- Sen bana akılsız mı demek istiyorsun?
- Öylesin, yalan mı?

Tartışmalarını gören otelci:

- Buyurun odanızın anahtarını. Evlenme cüzdanınıza gerek kalmadı.

Bekarlık sultanlıktır

Gömleğinin yakası, düğmeleri sökülmüş. Pantalonun paçası, ceketinin kolu yırtılmış. Pencerelerin camları öyle kirlenmiş ki, dışarısı görünmüyor. Sobanın boruları tıkanmış, tütüyor. Gazeteler, dergiler salonun dört bir yanına dağılmış. Çorabının bir teki karyolanın altında, öbür teki buz dolabının üstünde. Tabakların, bardakların hepsi bulaşık... Yine de keyfi yerinde.

Zenginin malı züğürdün çenesini yorar.



Saturday 30 January 2010

Daily Turkish feed - VI


Kıskanç koca

Orhan Bey bir iş seyahatindeydi. Karısı onu gece yarısına doğru bekliyordu. Ama Orhan Bey'in işi erken bitti ve eve akşam, hava kararırken döndü. Evde ışık yoktu.

'Demek karım evde değil. Acaba nerede? Annesinde mi? diye düşündü merakla, yoksa... bir sevgilisi mi var?'

Kapının önünde karısının yeşilli, pembeli eşarbını gördü:

'En güzel elbisesini giyip sevgilisine gitmiş. Aceleden eşarbını da düşürmüş' dedi kendi kendine.

Kapı kilitli değildi. 'İnsan aşık olunca böyle şeyleri unutur' diye düşündü.

Eve girince ışığı yaktı. 'Dantel masa örtüsü, kristal bardaklar ve çiçeklerle sofrayı hazırlamış. Demek onu buraya çağırmış. Ne cesaret! Hemen boşanacağız' dedi öfkeyle.

Başka ipuçları bulmak üzere yatak odasına girdi...

A, karısı uyuyordu. Yeşil ipek elbisesi yatağın üstündeydi.

Uykulu mırıldandı:

'Sen mi geldin kocacığım? Seni beklerken biraz uyuyayım dedim de...'

'Öyle mi? Peki sofrayı kimin için hazırladın?'

'İkimiz için: bugün bizim evlilik yıldönümümüz, unuttun mu?'

'Sen bir tanesin karıcığım, dedi utanarak. Haydi güzelce giyin, şöyle karsıma gel. Bir şampanya açalım.'


Friday 29 January 2010

Pare Pare - Tarkan



Hâlâ dün gibi hatırlarım her anını anıların
Biraz hırçınım bu yüzden, biraz hüzünlüdür hep bir yanım
Hâlâ sızlar için için her biri yaralarımın
Dalgalıdır denizim bu yüzden, biraz ıssızdır hep kıyılarım

Bir yanar bir sönerim bir ağlar bir gülerim
Pare pare buruktur hep sevinçlerim

Dağ gibi derya gibi bende acılar şahidim şarkılar
Ne zaman ümitle hayata göz kırpsam
Çiçekler açsam kapıma dayanır sonbahar

Çok erken tanıdım çor erken tattım cilvesini kaderin
Zamansız büyüdüm şimdi kayıp çocukluk günlerim

Bir yanar bir sönerim bir ağlar bir gülerim
Pare pare buruktur hep sevinçlerim

Dağ gibi derya gibi bende acılar şahidim şarkılar
Ne zaman ümitle hayata göz kırpsam
Çiçekler açsam kapıma dayanır sonbahar



Thursday 28 January 2010

Daily Turkish feed V


Acı bir haber

Günlerden cumartesi. Nejat Bey geç saatlere kadar uyuyor. Uyanınca, neşeyle kalkıp, pencereyi açıyor. Yağmur dinmiş, gökyüzü pırıl pırıl. Nejat Bey çok mutlu. Islık çalarak mutfağa gidiyor. Çayı ateşe koyuyor.

Kapıcı gazetesini kapıya bırakmış. Biraz sonra kahvaltı ederken gazetenin başlıklarına bir göz atıyor:

'E 5 Karayolunda otobüs kazası, 27 ölü, 12 yaralı.'

Çayını içerek:

Yazık yine trafik kazası olmuş. Çok hızlı gidiyorlar, uykusuz yola çıkıyorlar ondan.

'Dün gece bir bankayı soyup 150 milyonla kaçtılar.'

Ekmeğine yağ ve reçel sürüyor:

Yine banka soymuşlar. Bunlara çok iyi bir ceza vermeli.

'Silahlı iki kişi bir uçağı kaçırıp, yolcuları rehin aldılar. Rehinelerden biri kalp krizi geçirerek öldü.'

Kendine bir çay daha koyuyor:

Yine uçak kaçırmışlar ha? Zavallı insanlar. İyi ki ben yoktum içlerinde!

'Güney Amerika'da deprem. 15 000 kişi evsiz kaldı. Yüzlerce yaralı var.'

Vah vah, deprem olmuş, evler yıkılmış. Ne yazık. Ama ne yapalı, hayat bu.

Spor sayfasına gelince Nejat Bey'in bütün neşesi kaçıyor.

'Dünkü maçta Galatasaray Fenerbahçe'yi 1-0 yendi.

Nejat Bey birdenbire midesine bir yumruk yemiş gibi oluyor.


Wednesday 27 January 2010

Daily Turkish feed IV


Radyoevinde bir konuşmacı

... Evet, sayın dinleyiciler. Bugünkü konuşmamı şöyle özetlemek istiyorum:

Hiçbir şeye sinirlenmeyin, üzülmeyin. Birçok hastalık üzüntüyle gelir. Diyelim ki, uçağınızı kaçırdınız. Hayatın sonu değil ya. Bir sonrakine binersiniz. Oğlunuzun karnesi kırıklaral dolu. Bu sene sınıfta kalırsa, kalsın. Ne çıkar? Seneye büyür, daha iyi notlar alır. Sevgiliniz sizi bırakırsa, bıraksın. Ağlamaya değer mı? Başkasını bulursunuz. Evinize hırsız mı girdi? En değerli eşyalarınızı mı çaldı? Canınız sağ olsun. Çalışır, kazanır, daha iyilerini alırsınız.

Kısaca hiçbir şeye üzülmeye değmez, sevgili dinleyicilerim. Ruh sağlığınızı koruyabilirsiniz. Sözlerimi bitirirken, hepinize mutluluklar dilerim.

Biraz sonra dışarda, aynı konuşmacının sesi duyuluyor:

- Hangi düşüncesiz buraya park etti? Ben şimdi nasıl çıkacağım? Havaalanına nasıl yetişeceğim? Bu kadar bencillik olmaz!

O sırada, yakındaki bir bankta adamın biri uzanmış, yatıyor. Gürültüyü duyunca başını kaldırıp söylenniyor:

- Arabanın sahibi gelir canım, o kadar önemli değil. Sinirlenmeyin, üzülmeyin...

- Sana akıl soran oldu mu? Sen kendi işine bak. Of Tanrım, çıldıracağım.




Tuesday 26 January 2010

Daily Turkish feed III


Geciken misafirler

Emir Bey'ler bu akşam dostlarına yemek veriyorlar. Çetin Bey'lerden başka herkes geldi. O sırada telefon çalıyor:

- Alo Çetin? Nerede kaldınız? Merak ettik!
- Kusura bakmayın, çok geciktik. Küçük bir kaza geçirdik de.
- Kaza mı geçirdiniz?  Geçmiş olsun. Yaralanan var mı?
- Çok şükür, yaralı falan yok. Hepimiz iyiyiz. Yalnız, şu anda arabayla uğraşıyoruz.
- Nasıl oldu kaza?
- Gelirken bir virajda lastik patladı. Bereket versin yavaş gidiyordum. Arabam kaydı, yandaki hendeğe girdi. Telefon ettik. Arabayı çıkarmaya gelecekler. Siz lütfen beklemeyin, yemeğe başlayın. Biz inşallah tatlıya yetişiriz.

Emir Bey'i işiten misafirler merakla soruyorlar.
- Ne olmuş?
- Kaza mı olmuş?
- Kim kaza yapmış?

Emir Bey:
- Yolda Çetin'in lastiği patlamış. Arabası hendeğe girmiş. Neyse ki hepsi iyiyimiş. Biz yemeğe başlayabiliriz. Sofraya buyurun. Onlara tatlıdan ayırırız.


Monday 25 January 2010

Daily Turkish feed II



Cağaloğlu hamamında

Yusuf Bey'le Hasan Bey Cağaloğlu semtindeki bir matbaa atölyesinde işçiler. Geçen gün hamama gitmek istediler, çünkü ertesi gün bir cenazede bulunmak zorundaydılar. En yakın olan Cağaloğlu hamamına gittiler. 18nci yüzyıldan kalma bu hamamın mimarisi çok güzeldir.

İki arkadaş hamama girdiler. Hamamcılar onları karşılayıp havlu ve peştemal verip, anahtarlı bir oda gösterdiler. Hasan Bey'le Yusuf Bey odada soyunup, peştemalı bellerine sardılar ve kapıyı kitleyip, yıkanmak üzere içeriye geçtiler. Boş bir kurna bulup, tasla su dökünmeye başladılar.

Biraz sonra, kocaman, iri yarı bir tellak geldi. Onları göbek taşına yatırıp, güzelce keseledi, sabunladı. Sonra da o kadar kuvvetli bir masaj yaptı ki, zavallı Yusuf Bey'in incecik kemikleri az kaldı kırılıyordu. Dayak yemiş gibi oldu.

Biraz sonra, odalarında kahve içerken, arkadaşını bitkin bir halde gören Hasan Bey ona takıldı:

- Tellak iyi bir bahşiş hak etti, değil mi? Ve şu fıkrayı anlattı.

'Nasreddin Hoca bir gün hamama gider. Hamamcılar onu bir köşede unuturlar. Hoca kendi kendine yıkanır. Hamamdan çıkarken çokça bahşiş dağıtır. Adamlar şaşırıp kalırlar.

'Bir süre sonra Hoca yine hamama gider. Bu kez hamamcılar, etrafında fırıl fırıl döner, hizmet ederler. Ama Hoca bahşiş vermeden çıkar. Adamlar çok kızarlar. Hoca:

 - Bugünkü bahşişinizi geçen defa aldınız ya, der.'




Sunday 24 January 2010

Wətinim - Uyghur patriotic song







Türkçe şarkı sözleri:

Vatan güzel destan bana
Yok senin gibi memleket bana
Ben ateşinde tutuşup yandım
Sen solmayan gül bahçesisin bana

Vatanım, sen mukaddes benim varlığım
Vatanım, şan şöhretim benim zenginliğim

Kalbimde benim yuvam
Dar bize bu cihan
Güllerini güz eyleyip
Bağımı bastı duman

Vatanım, sen mukaddes benim varlığım
Vatanım, şan şöhretim benim zenginliğim

Tanrı dağım aziz vatan
Sen güzel bağım vatan
Yürüsem hür bağrında
Sen güven, dağım vatan

Yüreklerden sönmeden arzu
Yüreklerden göçmeden arzu
Ölmezse büyük maskat
Bizlere de güler zaman

Vatanım, sen mukaddes benim varlığım
Vatanım, şan şöhretim benim zenginliğim

Listen to the music here.


Daily Turkish feed I


I have decided to finish my Assimil: Le Turc sans peine. It is a very nice language manual that provides an interesting story as a bit-size daily lesson. I'm posting every lesson here to share with my readers, and of course, to facilitate revision.

Dolmuşta acelesi olan bir hanım

- Afferdersiniz, Yeşilköy'e giden dolmuşlar nereden kalkıyor?
- Az ilerdeki köşeden.
- Teşekkür ederim.

... Dolmuş durağında

- Haydi, Yeşilköy'e! Yeşilköy'e...

Hanım soluk soluğa, durağa koşuyor:
- Şoför bey, hemen kalkabiliriz, ben iki kişilik ödeyeceyim. Acelem var da... Neyse çok şükür fazla beklemeyeceğiz.

Arka koltuktaki erkek yolcu hanıma soruyor:
- Hanımefendi, siz nerede ineceksiniz?
- Son durakta.

Yolcu inip, hanıma yerini veriyor:
- O zaman siz böyle geçin. Ben sizden önce ineceğim, Ataköy'de.
- Sağolun, çok naziksiniz.

Hanım önündeki yolcuya para uzatıyor:
- Şu parayı lütfen şoföre iletebilir misiniz? İki kişilik. Sağolun.

Biraz sonra yolda:
- Şoför bey, çok yavaş gidiyorsunuz. Söyledim size, acelem var.
- Y0llar tıkalı, görüyorsunuzç Ne yapayım?

Yolculardan biri:
- Sinirlenmeyin canım. Bakın şuradaki dondurmacı bize doğru geliyor. Birer panda alabiliriz.
- Ne kadar rahatsınız! Benim dondurma yiyecek vaktım yok. Şoför bey, beni burada indirir misiniz?

Hanım dolmuştan iniyor. Şoför arkasından söyleniyor:
- Bu trafikte, helikoptere binecek her halde...