Memur Mustafa'ya dikti gözlerini.
"Mustafa... Bak, herkes burda, bak." dedi.
Yaralı bir yüz, yorgun bir sesle:
"Ben ölmedim Mustafa."
"Ben ölmedim Mustafa."
"Ben ölmedim Mustafa."
"Ben ölmedim Mustafa."
"Ben ölmedim."
"Ben ölmedim. Kolum acıyor yalnız."
"Benim kulağım."
"Ben... Görüyorsun. Yok bir şey."
"Ayağım burkuldu benim."
"Mustafa bak, hepimiz burdayız."
"Ölmedik Mustafa."
"Seni yakalamıyacağız Mustafa."
"Mustafa'nın suçu yok diyeceğız mahkemede."
"Mustafa..."
Mustafa kimseye bakmadan duruyordu.
"Hasan öldü, Ömer öldü. Dükkânını kim açacak Hasan'nın? Çocuklarına kim bakacak? Beni yakalıyacaklar, ellerimi bağlıyacaklar."
"Hasan benim." dedi kısa boylu biri, göğsüne vurdu.
"Onu bırakmıyalım." dedi memur, "Başına bir şey gelecek." sokuldu, tırmanmıya başladı. "Seni bağlamıyacağız Mustafa. Seni kimse hapsedemez... Kurbağaları ezmek istemedin sen... Mustafa..."
"Mustafaaa!"
Mustafa oturmuş, gökyüzüne bakıyordu. Ötelerdeki griler açıldı, insan yüzlerini çinko rengine boyıyan bir aydınlık göründü; derinlerden, daha kaybolmamış yıldızların aralarından renkler akmıya başladı. Yeşil vardı, sarı vardı, mor vardı, kara vardı. Ama kara bir yerde küçük bir parça değildi; büyüktü. Bütün renklerin arasından geçiyor, onları parçalıyor, dağıtıyor, yaklaşıyordu Mustafa'ya. Sekiz katlı bir ev oldu... Sonra bu evin her yanından yüzlerce ağız uzandı. "Kocalarımız nerde? Çocuklarımız nerde? Karılarımız nerde?" diyorlardı. Ellerini yüzüne kapadı, sesli sesli ağladı, birden fırladı, gözlerini otobüse dikti... Ön tekerleklerin oradan büyük bir kan deresi, cesetlerle kopuk bacaklarla, gözlerle, parmaklarla akıyordu. Birden önünde minare boyunda bir adam belirdi. Bu, kutsal kitaplara göre insanları, hayvanları, bitkileri, denizleri, karanlıkları, güneşleri yaratan, ama, birçoklarının bu yaratıcılığına şüpheyle baktıkları, varlığına, savaşları yaptırdığından, kişileri birbirine ezdirdiğinden, kötüleri iyi durumlara geçirttiğinden, yüceliğe ulaştırdığından ötürü inanmadıkları; birçoklarının da adını anarak, günahlarını kulağına fısıldıyarak iç rahatlıklarına erdikleri, haksızlıklar karşısında suçluları cezalandırmasını diledikleri bir Tanrı'ydı. Yaklaşıyordu. Korkunç sesler çıkarıyodu. "Öldürdüm onları... Evlerine ne diyeceğim? Yüzlerine nasıl bakacağım? Beni bağlıyacaklar." dedi, başını yumrukladı, birkaç kere arka arkaya bağırdı, olduğu yerde zıpladı, büyük, ürpertireci bir kahkaha attı. "Geliyorlar. Çekin ellerinizi..." dedi, gene yüzünü kapadı. Ama onlar, camili, çeşmeli, garajlı, yüz numaralı, at arabalı, otomobilli, öğretmenli bir şehir olarak geliyorlardı. Bütün kapılarını, bütün pencerelerini açmışlar, yumruklarını sıkmışlar, koşuyorlardı. "Çocuklarımızı öldürdün, karılarımızı öldürdün, kardeşlerimizi öldürdün." diyorlardı.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
you should read normal stuff instead of this book or whatever it is.
ReplyDelete