Wednesday 4 November 2009

Reading Turkish - Korkunun Parmakları II

Mustafa, mor ve sivri bir karanlık gibi duran kayalara tırmanıyordu. Ötekiler de tırmanmıya koyuldular ama daha bir metre çıkmadan durmak zorunda kaldılar. Mustafa kayanın üstündeydi. Saçları dikleşmişti, elinde kocaman bir taş vardı; bağırıyor, olduğu yerde dönüyor, taşı gösteriyordu... "Beni yakalıyacaklar." dedi, daha yükseklere tırmandı.. Adamlar öylece kaldılar. Ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Mustafa'nın bu durumundan bir şey anlamıyorlardı... Böyle tepeden tırnağa gülmek dolu, bir şehrin bütün kişilerince sevilen, aranan, o şehrin en büyük renklerinden, en büyük tadlarından olan bir Mustafay'dı o.. Meyhanelerde, sokaklarda, evlerde hep ondan söz edilirdi.. Yabancı biri, daha arabadan iner inmez herkesin yaşantısına girmiş  bir Mustafa'nın yaşadığını yolcuların onun kullandığı otobüse binmek için bir hafta önceden bilet aldıklarını öğrenirdi. Bu adamın, kocaman bir şehri etkilemesini biraz da garip bulurdu. Gerçi birçok şehirlerde, davranışları, sözleri, giyimleri kalabalıklardan ayrı olan ve bu özelliklerinden ötürü efsane kahramanları gibi adları ağızdan ağıza yayılarak yaşıyan kimseler vardı ama bunların hepsi de sevilecek, konuşulacak kişilerden değildi. Mustafa seviliyordu. Her evde ondan bir anı yaşardı. Bir Nasrettin Hocaydı. Tatlıydı. Güneştı. Masaldı. Şarkıydı. Ilık sulardı... Otuzbeş yıllık şofördü. Kimseyi incitmemişti. Kimseye acı bir söz söylememişti... "Ölünce onun adını bir sokağa koruz." diyorlardı.. Nasıl olur da içlerinde yaşıyan böyle birini yakalıyacaklar, kollarını bağlıyacaklar, şehirde dolaştırarak mapushaneye götüreceklerdi... Suçun hepsi onun değildi ki... "Ben gece vakti yola çıkmam, otuzbeş yıldır çıkmadım." demişti. Ama onlar, trene yetişeceklerini, hastaları, bankalarda işleri olduğunu, Almanya'dan gelen kardeşlerini karşılıyacaklarını söylemişler, yalvarmışlar, otuzbeş yıldır üstüne titrediği ilkelerini çiğnetmişlerdi ona... Şarkılarla, gülmelerle yola çıkmışlardı. Mustafa kaymakamın, savcının taklitlerini yapıyor, Osman'ı  ağzını yayarak, ellerini savurarak, kelimeleri ağzının içinde kalınlaştırarak yaşatıyordu. Tam burada, yolun üstüne iki kurbağa çıkmıştı...

Sözlük

sivri: sharp, pointed
tırmanmak: to climb
öteki: the farther, the further, the remaining
dikleşmek: to become upright, to straighten
tırnak: nail, claw, fingernail
tad: flavour, taste
yaşantı: life
davranış: behaviour, action
gerçi: though, notwithstanding
yayılmak: to diffuse, to spread
yaymak: to broadcast, to circulate, to spread (v.t.)
efsane: legend, tale, fable, saga
ötürü: on the strength of
kahraman: hero
an: moment, instant, split second
kimse: person, soul, somebody, anybody, nobody
incitmek: hurt, offend, harm
yalvarmak: to adjure, to beg, to beseech, to implore
titremek: to shake, to tremble
ilke: principle
çiğnemek: to trample on, to crush
kaymakam: governor of a kaza
savcı: public prosecutor, sollicitor
taklit etmek: to imitate
savurmak: to blow about, to scatter, to brandish, to swing, to hurl
kalınlaştırmak: to thicken, to make thick
yaşatmak: to keep alive, to cherish

No comments:

Post a Comment