Monday 2 November 2009

Reading Turkish - Korkunun Parmakları I

Kocaman bir leşe benziyordu kayaların arasındaki düzlüğe yuvarlanan otobüs. Tekerleğin biri iki metre yüksekliğinde, şişman bir üçgen olan taşın üstüne çıkmıştı. Ortalıkta bir benzin, yanmış yağ kokusu dolaşıyor, mavimsi ince dumanlar yalpalıya yalpalıya çıkıyordu. Küçük taşlar hışırtılarla düşüyordu hâlâ otobüsün uçtuğu yerden.

Karanlık dağılıyordu. Çok ötelerde, kalın bir şerit gibi duran grinin altından başlıyan aydınlıklar bir saat sonra çoğalacaktı. Mustafa, sessiz duruyordu devrilmiş bir yiyecek sepetinin yanında. Bu durum oldukça karışık geliyordu ona. Kendini hâlâ direksiyon başında, yolculara güldürücü sözler söyliye söyliye giden, ellisine yaklaşmış, kır saçlı bir Mustafa olarak görüyordu. Frene basıyor, korna çalıyordu.

Otobüsün içinde kıpırdamalar oldu "Bir şey olmadı ya, bir şey olmadı ya." dediler. Teklerleğin yamından otobüsün arkasına geçti, başını eğdi, içeriye bakmıya koyuldu, paramparça olmuş camdan. Karanlıktı. Göremiyordu. Biri bir kibrit yaktı. Dağınık saçlar, kanlı yüzler. Birinin başından kan akıyordu. İki kişi, oturdukları koltuklara yaslanmışlar, soluksuz duruyorlardı. "Mustafa nerde? Mustafa nerde? Mustafaa!" Aranıyorlardı. Birden iki kadınla bir çocuk ağlamıya başladılar. "Kolum, ayaklarım." Biri kopmuş ön kapıdan sürüne sürüne dışarıya çıkarken korna çalmıya başladı..

     "Beni yakalıyacaklar, ellerimi bağlıyacaklar." dedi, başını iyice eğdi.
     "Mustafaa!"
     "Beni yakalıyacaklar, ellerimi bağlıyacaklar, şehrin içinden geçirecekler." dedi.
     "Mustafaa!"

Otobüsün arkasından birinin kalkığını, ilerdeki dik kayalara doğru koştuğunu gördüler.

     "Kaçıyor, kaçıyor!"
     "Korktu." dedi biri. "Siz o bayılanları da dışarı çıkartın, biz peşinden gidelim. Niye kaçıyor? İstiyerek..."

Sözlük

leş: cadaver, corps
benzemek: to resemble
kaya: rock
düzlük: platform
yuvarlanmak: to roll over, to tumble
tekerlek:  wheel
üçgen: triangle
duman: smoke
hışırtı: rustling, crackling
dağılmak: to spread, to diffuse, to scatter
kalın: thick
şerit: strip, strap, cord
çoğalmak: to increase
devrilmiş: overturned
durum: condition
karışık: confused, disorderly
güldürücü: laughing, jovial
yaklaşmak: to approach, to come
basmak: to step on
korna: horn, klaxon
koyulmak: to start, to set oneself to
paramparça: tattered, in pieces
dağınık: scattered. dispersed
kanlı: bloody
akmak: to flow
koltuk: seat
yaslanmak: to lean
kopmak: to break off, to come off, to detach
yakalamak: to catch, to hold, to grasp, to grab
bağlamak: to bandage, to tie, to bind
iyice: completely
geçirmek: to transfer, to carry
dik: perpenticular, upright, straight
kaçmak: to escape, to run away
bayılmak: to pass out, to faint
peşinden: after

No comments:

Post a Comment